Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Ada’daki Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün görev süresini 31 Temmuz 2017 tarihine kadar uzatan Kararı’nı (S/2017/70) 26 Ocak 2017 tarihinde oy birliği ile onaylayarak kabul etmiştir.

Karar’da mutad olduğu üzere “Kıbrıs Cumhuriyeti ve Hükümeti” ne atıf yapılması, Ada’daki gerçekleri yansıtmamaktadır ve Kıbrıs Türk tarafı açısından kabul edilebilir değildir. Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Ada’nın kuzeyinde hiçbir otoritesi bulunmadığı, Kuzey Kıbrıs’taki tek yetkili otoritenin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti makamlarının olduğu ve Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türkleri hiçbir şekilde temsil etmediği aşikârdır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından sergilenmekte olan bu yanlı ve yanlış tutumun sona erdirilmesi için bir kez daha çağrıda bulunmakta fayda görmekteyiz. Bilinmelidir ki, Kıbrıs’taki iki eşit taraftan birine devlet veya hükümet, diğerine ise toplum muamelesi yapılmaya devam edildiği sürece Ada’da kabul edilebilir adil ve kalıcı bir anlaşmaya varılması mümkün olmayacaktır.

Karar’da, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum Liderlerin müzakere sürecine bağlılıklarını ifade eden 14 Eylül 2016 tarihli ortak açıklamaları kayda geçirilirken, Birleşmiş Milletler nezdinde 5 tarafın katılımıyla Ocak 2017’de Kıbrıs Konferansı’nın toplanmış olmasının ve katılımcıların çözüme yönelik hedeflerinin takdirle karşılandığı ifade edilmektedir. Esasen, daha önceleri 2016 yılı sonuna kadar bir çözüme ulaşılması yönünde Liderler tarafından beyan edilen ortak niyet göz ardı edilmekte, Rum tarafının talebi doğrultusunda Konferansın Ocak 2017’ye ertelendiği ve Konferans’ın Rum-Yunan taraflarının tutumu nedeniyle bir günde dağılmak durumunda kaldığı kayda geçirilmemektedir.

Karar’da iki toplumlu, iki kesimli ve siyasi eşitliğe dayalı kapsamlı bir çözüme henüz ulaşılmadığı hatırlatılmakta, uluslararası toplumun müzakerelere önem verdiği belirtilmektedir. Özlü müzakerelerin taraflarca yoğunlaştırılması yönünde ise genel bir çağrı yapılmaktadır. Açıkça belirtmek gerekir ki, Kıbrıs Türk tarafı bu yönde üzerine düşeni yapmıştır. Gerek Mont Pèlerin gerekse Cenevre’de yapılan zirvelerden de görüleceği üzere, Kıbrıs Türk tarafı süreci nihayete erdirme adına müzakerelerin Ocak 2017’ye taşmasına müsamaha göstermiştir. Hal böyle iken, bu konuda telkinde bulunulması gereken taraf özellikle Kıbrıs Rum tarafıdır.

Güvenlik Konseyi Kararı’nda, bir önceki kararda olduğu gibi henüz hayata geçmemiş olan askeri Güven Artırıcı Önlemlerin hayata geçirilmesi çağrısı yapılmaktadır. Ancak sivil halkların günlük hayatını kolaylaştıracak olan Güven Artırıcı Önlemlerin Rum tarafının gerekli adımları atmamakta direnmesi nedeniyle uzun süredir hayata geçirilmediği hususu mevcut Karar’da yer almamaktadır. Ara Bölge’de halen bulunan mayınların temizlenmesine yönelik yapılan çağrı bağlamında, Kıbrıs Türk tarafının Rum tarafıyla işbirliği yapılarak tüm mayınların temizlenmesi yönündeki önerisinin baki olduğu ancak karşı taraftan yanıtsız bırakıldığı hatırlanmalıdır.

Karar’da her yıl mutat olduğu üzere BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’taki Birleşmiş Milletler Barış Gücü ile ilgili son (S/2017/20) Raporu’nun memnuniyetle karşılandığı ifade edilmektedir. Bu kapsamda, Kıbrıs Türk halkı üzerindeki izolasyondan yalnızca Kıbrıslı Türklerin bir endişesi olarak bahsedilmesine ilişkin hususlar BM nezdinde yeniden kayda geçirilmiştir. Kıbrıs Türk halkının günlük hayatını ciddi şekilde etkileyen kısıtlamalardan sadece bir endişe olarak bahsedilmeye devam edilmesi Kıbrıs Türk halkı tarafından kaygı ile karşılanmaktadır.

Kıbrıs Türk tarafı olarak, muhataplarımızdan aynı tutumu görmememize rağmen izlemekte olduğumuz yapıcı tutumun BM Güvenlik Konseyi kararlarına yansıtılmasını ve uzun yıllardır haksızca dünya arenasından koparılan Kıbrıs Türk halkının hak ettiği konuma getirilmesi yönünde tavır sergilemesini murat ettiğimizi hatırlatmayı elzem görmekteyiz.

Son olarak, taraflarca defaten ifade edilen niyete rağmen müzakere sürecinin halihazırda 2017 yılına sarkmış olduğu gerçeği ışığında, BM Güvenlik Konseyi’nin, çözüm sürecinin ilanihaye devam edemeyeceğine vurgu yapmamasının, hem sürece ivme kazandırma hem de tüm ilgili taraflarca belirsizlik teşkil eden çözümsüzlüğün ortadan kalkması gerekliliğini hatırlatma açısından büyük önemi haiz olduğu yönündeki görüşümüzü korumaktayız.