Değerli Misafirler,

Bayanlar ve Baylar,

Yakın zamanda coğrafyamızda meydana gelen olaylar, hepimize, geleneksel güç oyunlarının ve uluslararası organizasyon veya süper güçlerin çabalarının 21. Yüzyıl zorluklarını aşmaya yeterli olmadığını ciddi bir şekilde hatırlatmıştır. Orta Doğu’daki kargaşa ve Doğu Akdeniz’deki tansiyonun tırmanışı, bölgemize barış ve istikrarın gelmesi için bölgedeki tüm aktörlerin eş güdümlü gayretlerine ihtiyaç olduğunu her zamankinden daha çok göstermiştir.

Söz konusu işbirliğini temin ve muhafaza etmenin bir yolu, ticari anlaşmalar aracılığı ile karşılıklı bağımlılıklar ve enerji ulaşım ağları yaratmaktır. Her ne kadar bölgemizdeki mevcut tablo bizi başka yönde düşünmeye yönlendirmekteyse de Doğu Akdeniz’de hidrokarbon konusunda daha kapsayıcı bölgesel işbirliğini sağlamak sadece arzu edilen değil, elde edilmesi mümkün de bir husustur. Bana ayrılan süre içerisinde söz konusu işbirliği ortamının kurulmasının Kıbrıs sorununun çözümünden geçtiğini ortaya koyacağım.

Değerli misafirler,

Kıbrıs açıklarında yakın geçmişte keşfedilen hidrokarbon kaynakları, bölgedeki diğer bulgularla birlikte, kartlarımızı doğru oynamamız halinde, sadece 50 yıllık Kıbrıs konusuna kapsamlı çözüm bulacak bir dizi olayı harekete geçirmekle kalmayıp, aynı zamanda tüm bölgedeki ticaret, refah, karşılıklı bağımlılık ve güveni artıracaktır. Bunu elde etmek için tüm tarafların hak ve çıkarlarına saygı duyan yeni bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Sinerji yaratmak ve anlaşmazlıklardan kaçınmak için dışlayıcı değil, kapsayıcı politikalar izlenmelidir.

Bu bağlamda, günümüzden farklı olarak, ilgili BM kararları doğrultusunda ve her iki toplum liderinin yıllar içerisinde varmış oldukları anlaşmalar uyarınca Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasında düzgün çalışan bir federasyonun varolduğu bir gelecek tasavvur edelim.

Federal bir Kıbrıs, tüm toprakları üzerinde Avrupa Birliği hukukunun uygulandığı bölgenin en güvenli yerlerinden biri olarak dünya çapındaki işletmeler için cazip bir yer haline gelecektir. Birleşik bir Kıbrıs, tüm komşularıyla ticaret yapabilecek ve hidrokarbon alanı dahil, bölgesel işbirliğinin tüm potansiyelini ortaya çıkarabilecektir. Ayrıca, Kıbrıs sorununun çözüme ulaşması, NATO ve Avrupa Birliği’nin ortak konularda işbirliği yapmalarına da imkan tanıyacaktır. Türkiye’nin AB’ye katılım müzakereleri yeniden canlanarak reform süreci ivme kazanacaktır. Birleşik Kıbrıs’ın Türkçe’yi Avrupa Birliği’nin resmi bir dili haline getirmesi, insanlar üzerinde büyük bir psikolojik etki yaratacaktır.

Birleşik Kıbrıs’ın hidrokarbon kaynaklarının çıkarılması ve ulaşımı konusundaki mevcut seçenekleri nasıl genişlettiği açık bir şekilde görülebilecektir. Şu anda mevcut olmayan bu seçenekler mali açıdan dikkate alınmaya değerdir ve yatırımcıların yatırımlarının karşılığını daha iyi almalarını sağlamak ve tüketicilere de daha güvenilir ve ucuz kaynak aktarmak suretiyle mevcut seçeneklerle rekabet edebilmektedirler.

O zaman bu kazan-kazan sonucunun önündeki engel nedir? İşbirliği yapmak yerine neden hala çatışma halindeyiz?

Bu sorunun yanıtı mevcut Kıbrıs Rum liderliğinin son zamanlarda almış olduğu, öncelikle Kıbrıs’ta iki taraf arasında uzlaşılmış geçmiş yakınlaşmaları reddetme ve daha sonra da BM tarafından sürdürülen müzakereleri terk etme yönündeki kararlarıdır. Ayrıca yalnızca seçilmiş Kıbrıslı Rum temsilcilerden oluşan bir yönetime tüm Kıbrıs’ın hükümeti olarak davranan uluslararası toplumun 50 yıllık hatasının yükü de üzerimizde bulunmaktadır. Bu hata hidrokarbon konusunda ilgili tarafların Kıbrıslı Rumlar ile tek yanlı projeler yürütmesine sebebiyet vermektedir. Bu gibi uygulamalar uzlaşma ve anlaşma yönündeki girişimlere zarar vermekte ve bunun yerine güç politikasının artmasına vesile olmaktadır.

Bilindiği üzere, Kıbrıs Cumhuriyeti 1960 yılında, her iki toplumun siyasi eşitliğini temin eden bir Anayasa ile birlikte Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlar tarafından ortaklaşa kurulmuştur. Ancak 1963 yılında Kıbrıslı Türklerin tüm Devlet birimlerinden silah zoruyla atılmalarından bu yana Kıbrıs Adası’nda hem Kıbrıslı Türkleri hem de Kıbrıslı Rumları temsil eden tek bir hükümet bulunmamaktadır. Kıbrıs’taki egemenlik hakkının Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlardan eşit olarak meydana geldiği bilinmektedir. İki toplumun liderleri tarafından 11 Şubat 2014 tarihinde yayınlanan Ortak Açıklama da bu gerçeği yinelemektedir. Ortak Açıklama ayrıca bir tarafın diğer taraf üzerinde otorite ve yetki iddia edemeyeceğini de vurgulamaktadır. Bu tartışılmaz bir gerçektir. Tartışılmaz olan diğer bir gerçek ise Kıbrıs’ın doğal kaynaklarının tüm Kıbrıslılara ait olduğu ve tüm Kıbrıslıların bundan fayda sağlaması gereğidir.

Tüm Kıbrıslılar adına konuşabilecek tek meşru bir hükümetimiz olmadığına göre tüm Kıbrıslılara ait hidrokarbon konusunda alınacak kararlar ile ilgili olarak ne yapılmalıdır?

İlk seçenek, BM gözetiminde yürütülen süreci yoğunlaştırarak en kısa sürede bir barış anlaşmasına varılmasını sağlamaktır. Bu arada, tek yanlı adımlardan kaçınmalı ve yetki alanları arasında doğal kaynakların yönetimi olan federal bir hükümetin oluşturulmasını beklemeliyiz. Bunun mümkün olmaması halinde, karar mekanizmasında iki tarafın siyasi eşitliğini yansıtan ortak bir komite vasıtasıyla bugünden itibaren işbirliği yapmaya başlamamız gerekmektedir. Kıbrıs Türk tarafının, Kıbrıs Rum tarafına ilk olarak 24 Eylül 2011 tarihinde sunduğu ve daha sonra hidrokarbon kaynaklarının AB’ye Türkiye üzerinden ihraç edilmesi seçeneğini dahil edecek şekilde Eylül 2012’de yaptığı öneriler de bu yöndeydi. Ne yazık ki her iki öneri de Kıbrıslı Rum muhataplarımız tarafından reddedilmiştir.

Kıbrıs Rum tarafının, Kıbrıs Türk hükümetinin Ada çevresinde belirlediği alanlarda Kıbrıslı Türkler adına sismik araştırma gerçekleştirecek olan Barbaros Hayreddin Paşa gemisi için Türkiye tarafından bir NAVTEX bildirimi yayınlanmasını mazeret göstererek kapsamlı müzakere sürecinden tek yanlı olarak ayrılma kararı daha büyük bir talihsizlik teşkil etmektedir. Hatırlanmalıdır ki, Kıbrıs Rum tarafının tek yanlı adımlarının akabinde Eylül 2011’de Piri Reis gemisinin Kıbrıslı Türkler adına sismik araştırma yapmasına yönelik Türkiye tarafından yine bir NAVTEX bildirimi yapılmıştı ancak dönemin Kıbrıs Rum lideri müzakereleri askıya almak için bunu bahane olarak kullanmamıştı.

Bayanlar ve Baylar,

Mevcut çıkmazdan kurtulmanın yolu aşikardır: Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon konusu dahil tüm konulardaki anlaşmazlıklarımızın üstesinden gelmek adına Kıbrıs Rum liderliği masaya dönerek diyaloğa girmelidir. Diyalog köprülerini atmak, halihazırda gergin olan bir bölgedeki ateşi körüklemekten başka bir amaca hizmet etmemektedir. Albert Einstein’ın meşhur söylemi bu bağlamda akla gelmektedir: “Sorunlarımızı, onları yaratırken kullandığımız yaklaşım ve anlayışla çözemeyiz”.

Uluslararası topluma, Kıbrıslı Rumları masaya dönmeleri ve Kıbrıs’ın geleceğine ilişkin kararları Kıbrıs Türk muhataplarıyla birlikte almaları yönünde cesaretlendirmeleri çağrısında bulunuyoruz. Uluslararası toplum, Ada’nın çevresinde bulunan doğal kaynaklar üzerinde Kıbrıslı Türklerin de doğal hak ve çıkarları olduğunu gözardı etmemelidir ve Kıbrıs Rum liderliğinin attığı dışlayıcı ve tek yanlı adımları kabul etmemeli ve ödüllendirmemelidir. Hidrokarbon kaynaklarının, tarafların birine karşı koz olarak kullanılmasına müsaade etmemeliyiz.

Bir kez daha vurgulamak isterim ki müzakerelere ciddi bir şekilde odaklanmaya, nasıl ilerleyebileceğimize dair görüş teatisinde bulunmaya ve birlikte çalışmaya hazırız. Bu hususta atılan olumlu adımlar, Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a içme ve tarım suyu ile elektrik taşıması hedeflenen denizaltı su temin projesinden ortak yararlanma gibi diğer alanlarda işbirliğine yol açabilir. Su ve elektrik alanlarındaki ortak girişimler, güçlü karşılıklı bağımlılıklara da yol açabilir. Konuşmamın başında da söylediğim gibi, birlikte neler başarabileceğimiz üzerine odaklanırsak, sayısız olasılıklar önümüze çıkacaktır. Bunu yapmanın da tek yolu diyaloğu başlatmaktır.

Thomas Jefferson tarafından bir zamanlar söylendiği gibi “Geleceğin rüyasını geçmişin tarihine tercih ederim”. Geçmişin acı tecrübelerini gelecekte neler yaratabileceğimizle kıyasladığımızda, Jefferson’a katılıyorum. Tüm tarafların göstereceği iyi niyet ve liderlikle böylesi refah ve barış dolu bir geleceği gerçekleştirebileceğiz.