Uluslararası toplumun Kıbrıs Rum tarafını Kıbrıs Adasının sözde “tek devleti ve temsilcisi” olarak görmesi, Kıbrıs Türk halkına ise sadece bir “toplum” muamelesi yapması, Kıbrıs meselesinin özü ve bugüne değin de sonuçsuz kalmasının yegane nedenidir. Bu nedenle, Kıbrıs konusu özünde bir statü meselesidir.

Kıbrıs Türk tarafı bu statü sorununu ortadan kaldırmak ve kabul edilebilir bir anlaşmaya ulaşılmasını mümkün kılmak amacıyla, KKTC’nin egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsünün teyidini öngören gerçekçi bir vizyonu yeni Kıbrıs politikası olarak belirlemiştir. Bu vizyon ve politika da Anavatan Türkiye tarafından desteklenmektedir.

Dış politikamızı ilgilendiren tüm konuların Devletimizin Kıbrıs meselesine ilişkin benimsediği yeni vizyonunun temel ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda hellimin coğrafi işaret tescili süreci ve tescil sonrasındaki sürecin bu çerçevede ele alınması kaçınılmazdır. Ancak, gelişmeler bu çizgide oluşmamaktadır.

Hellimin Avrupa Birliği nezdinde tescil edilmiş olması, AB iç pazarına hellim ihracatını mümkün kılabilecek olumlu bir adım gibi yorumlansa da, AB’nin takındığı tavır, tüm AB politikalarında olduğu gibi, Devletimizin yeni politikasına ters düşecek unsurlar barındırmaktadır. Avrupa Birliği’nin, Rum Tarım Bakanlığı’nı “yetkili makam” olarak gördüğü aşikardır. Rum tarafının tayin edeceği bir mekanizma ile Kıbrıs Türk hellim üreticilerinin denetlenmesi öngörülmektedir. Avrupa Birliği’nin bu tavrı Kıbrıs Türk üreticilerini, yetkisini ülkemize yaymaya çalışan Rum tarafının insafına bırakmaktadır. Hellimin coğrafi işaret tescilinin AB tarafından kabul edilmesini müteakip, Kıbrıs Rum hellim üreticilerinin tescilden halihazırda yararlanmaya başlamış olduklarını hatırlatmakta da fayda vardır.

Ülkemizdeki hellim üretiminin tescile uygunluğu konusunda ilgili Devlet makamlarımızın sürece doğrudan müdahil olmasını mümkün kılabilecek bir düzenleme, yeni vizyonumuzla uyumlu olacaktır. AB’nin bu çizgiye geleceği ise mümkün görülmemektedir.

KKTC Dışişleri Bakanlığı olarak AB’nin tarafsız bir aktör olmadığını ve olmayacağını her vesile ile dile getirdiğimizi hatırlatmak isterim. Dikkatli olunmaması halinde, Devletimizin yetkili makamlarının devre dışı bırakılarak, Rum tarafına, ülkemiz adına karar alma hakkı verilmesine kadar uzanan tehlikeli bir sürecin içine girme riski ile karşı karşıya kalınabileceğini tekrarlamakta fayda vardır.